TATİL

İletişim için tıklayın!


Arkadaşlarla ılık bir Temmuz ayının sabahında, Tatil için yola çıkıyoruz. İlk durağımız Giresun oluyor. Yeşili, fındığıyla ünlü bu şehrin, önce yaylalarında, o mis gibi kokan yayla çiçeklerinin arasında buluyoruz kendimizi.

Yaylada nem yok hava serin hatta bir ara üşüyorum ve hırkamı alıyorum omuzlarıma. İşte aradığım buydu ben üşümek istiyorum demiştim arkadaşlara. Sonunda aradığımı yaylada buldum. Üşüyerek hırka giymenin tadı da bir başka hani. O gün bir yayla yetmiyor birkaç yaylayı daha gezdiriyorlar. Bir dağın eteklerinde kireçle yazılmış bir aşk itirafına tebessümle bakıyorum. Böyle yaratıcı insanlara hayranlık duyuyorum nedense.

Bir günü yaylaya feda ettikten sonra, ertesi gün platonik aşkım denize gitmeye karar veriyoruz. O maviliklerin seyrine doyamıyorum. İnsan sevdiğinden korkar mı, ya da korktuğu şeye aşık olur mu? Ben o mavi denizlere aşığım ama yüzme fobim var.

Uzaktan sevmek ona şiirlerle sevgimi anlatmak da mutlu ediyor beni. Arkadaşlar bana yüzme öğretmek için sıraya giriyorlar yine. Hala usanmadılar
 pes etmediler inatla bana yüzme öğretmeye çalışmaktan. Rahat bırakın beni diyorum. Ben böyle iyiyim diyorum dinlemiyorlar beni.

 

İki arkadaşım ısrarla beni maviliklere alıp atıyorlar sinir olduğumu bile bile.

Kendini bırak diyorlar bak nasıl suyun üzerinde kalacaksın. Beni bırakmaya çalışıyorlar
mavi denize. Ben ise çığlık çığlığa bırakmayın diye yalvarıyorum onlara. Kendimle birlikte onları da suyun dibine gömeceğim nerdeyse, sonunda pes ediyorlar. Ben okyanuslara, maviye aşığım ama yüzemiyorum işte. Benim platonik aşkım masmavi denizler…

Bedenim Giresun'da ama aklım kendi toprağım olan Sinop da. Can atıyorum bir an önce yola çıkmak için, yerimde duramıyorum. Karar verdiğim saatten 7 saat önce kendi memleketime gitmek için yola çıkıyorum. Giresun'dan sonra Atatürk'ün şehri Samsun'a uğruyorum.
 Samsun’da güzel şehir hele o sahile inerken ki manzara denizin rengi gözümü alıyor. Biraz şehri dolaştıktan sonra asıl yola koyuluyorum. Sinop il sınırından girerken kalbimde garip bir heyecan duyuyorum. Niye ben her seferinde böyle oluyorum bilmiyorum.

Baba ocağıma gittiğim için mi, yoksa toprağın kokusundan mı bu yürek çarpıntılarım?
Gerze'den sonra Sinop şehir merkezi o muhteşem denize yansıyan görüntüsüyle karşımda. İçim gidiyor o güzelim gecenin karanlığında gökkuşağı gibi renklere bürünmüş
memleketime. Ailemin yaşadığı o şirin köye yaklaştıkça daha bir içim içime sığmıyor. Bir sene oldu baba ocağına gelmeyeli özlemişim. Arabanın camını açıyorum derin derin nefes alıyorum.  Ah toprağımın kokusu ne de güzel kokuyor.

Köyün tabelasını görünce içim rahatlıyor, az sonra kavuşacak olmamın mutluluğu içinde. Annemle babam beklemişler hemen kapıda beliriveriyorlar. Sımsıkı sarılıyorum onlara özlemle. Bu arada yaylada şifayı kaptığım için öksürük yakamı bırakmıyor bir türlü. Baba ocağının verdiği huzurla yatağıma atıyorum kendimi. 

Öksürmekten uyku moduna geçemiyorum bir türlü. Kapıma vuruluyor babamın sesi kızım alt katta ilaç var inip getireyim mi sana diyen babamın o şefkatli sesi hala kulaklarımda. Birden 35 yaşında küçük bir çocuğa dönüşüyorum sanki. Canım babam her zaman kendimi bildim bileli hayrandım ona. Daha küçük bir çocukken bana seni kim yarattı dediklerinde babam yarattı dermişim
Sen kimin kulusun diye sorduklarında ise babamın kuluyum diye cevap verirmişim.

Benim ki böyle bir baba sevgisi ve baba hayranlığı işte bu yüzden annem hala babasının kızı der bana. Çoğu huyumu babamdan almışım özellikle de inatçılığımı ve dobralığımı, Ne yapayım ben babamın kızıyım. Tabi canım annemi de unutmamam lazım. Sabah kalkıyorum bahçede kahvaltı sofrası çoktan hazırlanmış. Bahçede mis gibi gül kokusu sarmış ortalığı.

Kuşlar cıvıldayıp duruyorlar tepemizde, sohbetimize eşlik ederek. Sonra bahçeyi gezdiriyor babam. Hani her insan özünde köylüdür derler ya bu sözün doğruluğunu ispatlıyor sanki bana. Elma ağaçlarından sarkan taze elmalar, kivileri bile üşenmeden saymış 250 tane varmış. Adaleti bana öğreten adaletli canım babam. 5 kardeşiz ya eşit paylaştıracağım bunları size diyor bana. Bahçede yok yok. Armut, Kızılcık, incir, ceviz, fındık, erik hele o tefekten sarkan tadını başka hiçbir üzümde bulamadığım üzüm salkımlarına hayranlıkla bakıyorum. Her şey doğal yeşil biberler, domatesler aklınıza gelecek her türlü sebze hormonsuz ve doğal dalında kendini sergiliyor.

Babam emekli olunca gitti köyüne yerleşti altı sene önce. Ama bahçesine bakınca sanki doğuştan bu işlerin uzmanıymış gibi geliyor insana demek ki özünde varmış bu yetenek. Ne ektiyse hepsinin aralıkları sanki ölçülmüş gibi eşit oranda. Köyün en popüler adamı olmuş babam herkes ondan yardım istemekte her konuda. İnsan babasıyla övünürse ayıp olmaz değil mi? Hele babam annemle beraber hiçbir işçi falan tutmadan 3 katlı bir ev yaptı görmeyin. Baba ocağım babamın evinin her santiminde annemle babamın alın teri emeği var. İnsan evlatlarına bundan daha

 güzel bir eser bırakabilir mi?

 Babam bu ocağı hiç söndürmeyin diye sürekli vasiyet ediyor bana. Ocağın hiç sönmeyecek baba derken boğazıma bir şeyler düğümleniyor. Zira ölüm geliyor aklıma, ölümü konduramıyorum ne anneme, ne babama ve neşeli bir konuya girmeye çalışıyorum. Gitme zamanı yaklaşırken uzun zamandır yağmur yağmayan köyde sağanak yağmur başlıyor. Saçaklara düşen yağmur damlalarının sesini tıpkı bir melodi gibi dinliyorum. Yağmurla beraber havaya karışan toprağın kokusunu içime çekmeye doyamıyorum.

Ben başka şehirlere de gittim, başka köyleri de gezdim. Niye bu duyguyu o yerlerde hissedemedim bunu düşünüyorum yağmurun sesini dinlerken. Sonra birden hüzün
kaplıyor içimi. Yine büyük şehrin bunaltıcı nemli havası geliyor aklıma ve baba ocağından ayrılmak zorunda olmamın hüznüyle sessizliğe bürünüyorum. Babam, annem, baba ocağı köyüm, mis kokulu memleketim Sinop! Ne güzel bir tatil yaşattınız bana!...


2008

BAHAR

"Güzel günler sana gelmez,sen onlara yürüyeceksin."Mevlana

Yorum Gönder

Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.

Daha yeni Daha eski