BABALAR GÜNÜ

İletişim için tıklayın!


ÖZLEM

Yine babalar günü yaklaşmıştı. En çok böyle günlerde güzel kızının ve minik oğlunun yanında olma
isteği depreşiyordu içinde. Vatan, görev her şeyden önemliydi onun için. Diğer tarafta ise küçük
prensesiyle ve daha yüzünü bile görmediği oğluyla, babalar gününde birlikte olmak isterdi. Önemli
günlerde ne kızının, ne oğlunun, ailesinin yanında olamıyordu. Yine bir devriye görevi sonrası yorgun bir halde dinlenirken düşüncelere dalmıştı. Yaptığı görevin önemini ailesindeki kadınlar çok iyi biliyordu. Rahmetli babaannesi hasta yatağında bile "oğul devlet işi beklemez. Sen beni bekleme git" demişti. Makbule sultanın nasihatleri hala kulağındaydı. "Eline, beline, diline hakim olacaksın oğul" derdi her zaman. Bu öğretiyle büyütülmüştü.

Konya'dan dönerlerken, kucağında hakkın rahmetine kavuşmuştu babaannesi. Ah Makbule sultan ah! Ona böyle hitap etmeyi çok severdi. Özlüyordu o günleri. Hüzünlendi bir an düşünürken. Makbule sultan ve ananesi, annesi, rehber olmuşlardı ona. Ananesi büyütmüştü onu. Çok emeği vardı üzerinde. Annesi felç geçirmişti yıllar önce. Ananesi de aynı şekilde aynı kaderi paylaşmıştı. Ailenin bu bilge kadınlarından çok şey öğrenmişti. Ananesi felç geçirdikten sonra yatağa mahkum olmuştu.

Telefon ettiğinde hala "terlersen sırtına havlu koy, hasta olursun yoksa" diyordu. 40 yaşında olmasına
rağmen, hala ananesi çocukluğunda olduğu gibi onu düşünüyor, korumaya çalışıyordu. Söz konusu vatan olunca, kimisi hasta annesini bırakıp geliyor, kimi çocuğunu, kimisi nişanlısını, kimi sevdiği kadını, hatta eşini bırakıp vatan için buraya görev yapmaya geliyordu. Cephede her an, her şey olma ihtimali her zaman vardı. Vatan aşkı böyle bir şeydi. Cephede şehit olmakta, yaralanıp gazi
olmakta bu aşka dahildi. ''Söz konusu vatansa, gerisi teferruattı.''

Kendisinin de bir keresinde mermi kolunu sıyırıp geçmişti çatışma sırasında. Başka bir zaman ise 4 mermi yemişti sırtından. Mucize eseri kurtulmuştu. Yaşamla, ölüm arasında ince bir çizgi vardı onlar için. Derin bir iç çekti. Yapacak bir şey yoktu. Daha güzel ve yaşanılır vatan için bu zorlukları yaşamak zorundaydılar. Bir hayali, bir hedefi vardı. Kızına ve diğer tüm çocuklara güzel bir vatan ve aydınlık bir gelecek bırakmak tek dileğiydi. Atanın yarım kalan devrimlerini tamamlamak için mücadele ediyorlardı silah arkadaşlarıyla birlikte.
Kızı ve diğer tüm çocuklar vatansız kalmasın diyeydi tüm çabaları. Çocuklara hiç kıyamıyordu. Her türlü belaya karşı sabrı vardı. Ama çocuklara kötülük söz konusu olduğunda sabrı taşıyordu. Tahammül
edemiyordu masum yavruların kötülük görmesine. Kendi evladı için düşündüğü tüm güzellikleri, tüm
dünya çocukları için de hayal ediyordu.

Kızı da, oğlu da, ailenin diğer kadınları ve erkekleri gibi zamanla daha iyi anlayacaktı ve alışacaklardı.
Yaptığı işin önemini anladığında daha hoşgörülü olacaklardı babalarına karşı. Şu an minicik bir kız çocuğuydu ve anlamakta zorlanabilirdi bazı şeyleri. Oğlu ise daha da küçük bir bebekti. Uzandığı yerde sevdiklerini düşünerek uykuya daldı. Sabah olduğunda komutanın odasına çağırdılar. İçeri girdiğinde komutan;
-İki gün sonra babalar günü. Biz bir karar aldık. Ekipten bir babayı eve göndereceğiz. Senin bebeğin de oldu zaten. Oy birliğiyle seni göndermeye karar verdik. Hadi gözün aydın! diyerek gülümsedi.
Ne diyeceğini bilemedi.
-Burada da önemli işler vardı komutanım, dedi. Komutan:
-Üç gün iznin var. Biz idare ederiz. Hadi bir an önce hazırlan kızına ve oğluna sürpriz yapacaksın, dedi.

Komutanına selam verip odadan çıktı ve küçük bir çanta hazırlamak için kaldığı odaya gitti. Her şey o
kadar ani olmuştu ki ne düşüneceğini şaşırdı. Uçak biletini falan hazırlamışlardı. Biletin saatine baktı.
21 Haziranın ilk saatlerinde evde olacaktı. Kızı çok mutlu olacağı için istemsizce gülümsedi. Oğlunu da ilk defa görecekti. Daha kokusunu bile bilmiyordu. Bebeğini bir kere bile görmemişti, kucağına almamıştı.
Bir kaç saat sonra her şey hazırdı. Yolculuk 3 saat 36 dakika sürüyordu. Akşam 8 de kalkıyordu uçağı.
Birazdan arkadaşlarıyla vedalaşıp havaalanına doğru yola çıktı. Vardığında uçağın kalkmasına 1 saat
vardı. Ön işlemleri halledip saati beklemeye başladı. Anonsu duyar duymaz uçağına binmek için
ilerledi. Ve sonunda evine doğru uçmaya başladı.
Gece yarısını geçerken uçak Ankara'ya inmişti. Kızı bu saatte uyumuş oluyordu. Bebeği de uyurdu bu saatte. Sessizce yüzünü seyredebilirdi oğlunun. Sabah uyandığında tam bir sürpriz olacaktı küçük kızına. Eşini haberdar etmişti eve yapacağı bu kısa süreli ziyaretten. Taksiye atladığı gibi evin yolunu tutmuştu. Evinin önünde indi taksiden, telefonla eşini arayıp kapıyı açtırdı.

Sonunda evinde ailesinin yanındaydı. Önce sessizce çocuklarına baktı. Kızı mışıl mışıl uyuyordu. Oğlunun beşiğine gitti. Heyecanla yüzüne baktı. Yumuş yumuş uyuyordu beşiğinde. Sessizce eğilip dokunmadan bebeğini kokladı. Mis gibi kokuyordu. Bebek kokusu başka bir şeydi. Eşi benzeri yoktu dünyada bu kokunun.

Uzun zamandır rahat bir yatak yüzü görmemişti. Eşiyle biraz sohbet ettikten sonra bırakıverdi kendini, uykunun koynuna, rahat yatağında. Evlatlarının, eşinin yanında huzurla daldı uykuya.
Sabah kızının baba diyen çığlığıyla açtı gözlerini. Kızı yatağa zıplamış "babacığım hoş geldin" diyerek
hem sarılıyor, hem yüzünden öpüp duruyordu. Ellerindeki nasırlar yüzünden, kızına incitirim
korkusuyla dokunmaya çekiniyordu. Küçük kız ise sevinçle içinden geldiği gibi babasına sevgisini,
özlemini ifade etmeye çalışıyordu.
 Küçük prenses:
-Babacım, ben abla oldum biliyor musun, dedi. Sonra babasına sokuldu:
-Ne kadar güzel kokuyorsun, yüzün karanfil kokuyor, diyerek gülümsedi.
Şaşırdı adam!
-Yok kızım bir şey sürmedim yüzüme, Abla olmuş demek benim kızım, dedi. Hadi gel kardeşini de alalım yanımıza diyerek beşiğe uzandı. Oğlunu kucağına aldı. Kızı kıskanmasın diye özenli davranıyordu. Bebeği yatağa yatırdı. Hadi gel sevelim kardeşini birlikte dedi. Birlikte mis kokulu oğlunu öptüler. İpek gibi yanaklarını okşadılar. Minicik ellerini öptüler, kokladılar.

Küçük prenses daha sonra babasının ellerini tuttu minik elleriyle ve öpmeye başladı.
-Babacım, babalar günün kutlu olsun! Ellerinde de karanfil kokuyor ama" dedi.

Adam şaşkınlıkla ellerini burnuna getirdi ve kokladı. Mis gibi karanfil kokusu geldi burnuna. Kızı küçücük kollarıyla sarıldı babasına yine boynundan. Baba kız hasretle sarıldılar. Aralarına da minik oğlunu yatırmışlar bir türlü yataktan çıkamıyorlardı.
O arada cep telefonu çalmaya başladı. Böyle güzel bir anda kim bu diyerek, telefonu meşgule aldı.
Telefon ısrarla yine çalmaya başladı. Yine meşgule aldı. Tekrar telefon çalmaya başladı. Anlaşılan
açmazsa çalmaya devam edecekti. Mutluluktan gözlerinin içi parlayan ve gülümseyen sevimli kızının yüzüne baktı tebessüm ederek ve telefonun düğmesine bastı. Telefona baktığında alarmın çaldığını fark etti. Zar zor gözünü açarak saate baktı. Saat sabah 05:30' u gösteriyordu.

Burnuna yoğun bir karanfil kokusu geliyordu. Uyuduğu ortam hafif aydınlanmıştı. Arkasına döndü ve orada kocaman rengarenk bir karanfil buketi gördü. Buketi kendine çekti. Üzerine küçük bir kart iliştirilmişti. Kartı eline aldı. Karanfilleri kucaklayarak, kokusunu içine çekti. Gözlerini kapattı. Ankara'yı, küçük kızını, yeni doğan oğlunu, ailesini zihninde canlandırdı bir an! Gözlerini hafifçe araladı ve kartın üzerini okudu.
"Babacığım, babalar günün kutlu olsun! Ben ve kardeşim seni özledik. Bugün yanımızda olmadığın için üzülme sakın!

Sen benim kahramanımsın!
"Seni çok seviyoruz!"
☆☆☆☆☆☆ ☆☆☆☆☆ ☆☆☆☆ ☆☆☆ ☆☆ ☆

20 Haziran 2019


Dünyanın en iyi babasına sevgiyle...

Sadece kendi çocuklarını değil, ülkesinin bütün çocuklarını düşünen ve onlara güzel bir vatan bırakmak için  canını ortaya koyarak mücadele eden, gönlü güzel babaya ithaf  ediyorum bu hikayeyi.

BAHAR

"Güzel günler sana gelmez,sen onlara yürüyeceksin."Mevlana

Yorum Gönder

Yorumlarınız onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.

Daha yeni Daha eski